27 Şubat 2011 Pazar

LUNGO LA STRADA

Gözlerini kapatıp derin bir soluk aldı. Soluğunun havaya nüfusunu kestim usulca. Kekremsi bir tat idi dudaklarımda kalan. Huzuru bulduğunu söylerken; gözlerim odanın içinde bir boşluğa kitlenmiş, cümlelerinin bir an evvel bitmesini bekliyordu.

Tutamayacağı sözler vermez umarım diye geçirdim içimden. Konuşmak ne kadar da yersiz geliyordu. Sadece susmak ve bu an bitene kadar öylece kalmak istiyordum. Hayatında hep eksik kalmış bir annenin şefkatiyle saçlarına dokundum.

Yağmur açık pencereden halıya yağıyordu. Kasvetli havanın bize yansıması dinginlik olmuştu. Aşkın karmaşasına karşı savaşacak gücü olmayan iki kişiydik.

Hepimiz kendimize ait bir yolda ilerliyoruz. Kimileri o yol boyunca sık sık dinlenirken kimileri çok nadir yorulabiliyor. Birbirimize paralel yalnızlıklar kuruyoruz. Durup dinlendiğimiz bu zamanlarda, bizle aynı zamanda dinlenen başka biriyle karşılaşırız kimi zaman. Teneffüse çıktığımız bu süre, elinde sonunda biter ve biz gene bize ait o yalnızlıktan ilerlemeye devam ederiz.

İkimiz içinde geçerli olan şey buydu. O yüzden o konuşurken kelimelerini duymuyordum. Beni kandırmaya çalıştığını düşünmüyordum. Benim bunları duymak isteyeceğimi düşünüyordu kendince.


Yüzüme bakıp beklemediğim bir soru sordu.

- Bu ilişkiden beklentin ne?
- Nasıl yani?
- Kısa zamandır birbirimizi tanıyoruz. Bundan sonrası için ne istiyorsun. Eğer uzun bir ilişki ya da bir ad istiyorsan söyle?

Ne saçma bir soruydu bu. İlişki üzerine konuşmak çok saçma geliyordu. Ne yani oturup ilişkimizin zamana göre isimlendirmesini yıllara göre şekillendirmesini mi yapacaktık. İlk altı ay sevgili olacağız. Sonraki bir sene nişanlı ve sonra da bitmezse beraberliğimiz evleniriz.

Doğal bir süreç içinde gelişmeliydi her şey. Zamanla şekillenmeliydi. Sorusunun bunlardan bağımsız olduğunu biliyordum aslında. Bu ilişkiyi yürütemeyeceğinin, korktuğunun farkındaydım. Bir sürü engel içinde en çok da kendisiyle savaş içindeyken… Hem hiç yanımdan gitmek istemediğini hem de hemen kaçmak istediğini biliyordum.

Onunla iyi arkadaş olabileceğimizi düşünüyordum. Yavaş yavaş büyüyecek bir aşkın tohumlarını atmıştık. En azından ben öyle sanıyordum. Yanında olmak beni mutlu ediyordu. Neden uzun uzadıya düşünmem gerekliydi ki bunu. Açıklama yapmam ve duymak istediklerini söylemem gerektiğini fark ettim.

— Seninle sevgili olmak ya da uzun süreli bir ilişki yaşamak gibi düşüncem yok. Yakında bu şehirden gideceğim. Uzaktan uzağa bu ilişkiyi yürütmememiz güç. Şu an mutluyum, bunun tadını çıkaralım sadece. Bu anı düşünelim.
— Evet haklısın. Ben de öyle düşünüyordum.

Gülümsemeye çalıştım ona. Sırtımı duvara yaslayıp tekrar tekrar başa aldığı “kadınım” şarkısına ritim tuttum başımla. Benim bu şarkıyı çok sevdiğimi bildiğinden ötürü, jest yapıyordu sanırım kendince. İşte duymak istediği sözleri bir çırpıda söylemiştim. Artık daha mı huzurluydu acaba?

Sözlerimin hepsi yalan. Aslında ben hep senle kalmak istiyorum. Uzaktayken bile benle kal istiyorum. Elimi yüzüme götürdüm. Bu düşüncelerden kurtulmaya çalıştım.Elimi yüzümden alıp kitaplarının yanına götürdü. Kitaplığında özenli dizilmiş kitapların büyük çoğunluğu siyasi kitaplardı. Şiir kitaplarından birini aldım elime. Bir köşeye ilişir gibi oturdum. Ayakta durmuş bana bakıyordu. Rasgele bir sayfa açıp ona şiir okumaya başladım. Gülümseyerek bana baktı.

O gülümseyişi son kez gördüğümden habersizdim. Beraber evden çıktık. Beni yolcu etti. O yoldan tek başıma yürümeye devam ettim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder